Penguenler Adası’nda Rüzgar “Eser” mi? “Yapıt” mı?

Anatole France “Penguenler Adası” isimli eserinde Fransız tarihinin ve adalet sisteminin gülünç taraflarını alaycı ve kendine has üslubu ile anlatır. Bu kitabı Cezaevinde “Adonis” yayınevinin baskısından okudum. Yayınevi (yetkilileri), kitapta “esen” “karamizah” rüzgarını yetersiz bulmuş olmalı ki “yapıtken” kasırgası estirmiş! İşte “Destursuz Bağa Girenler”in son marifeti…

Anatole France “Penguenler Adası“nı 1908 yılında yazmış, 1921 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. Fransız tarihinin ve adalet sisteminin gülünç taraflarının alaycı ve yazarın kendine has üslubu ile anlatıldığı eserde, okuyucular romandaki Pembe Kız (Jean D´Arc), Trinco (Napoleon), Aegidius Aucupis (Voltaire), Colomban (Emile Zola), Pyrot (Dreyfus),vb. gibi tarihi kişilikleri tanımakta zorluk çekmeyeceklerdir.

Anatole France, kitabın bir bölümünde “Dreyfus Davası“nı ti’ye alarak karamizah bir üslupla anlatır: Alfred Dreyfus, Yahudi asıllı bir Fransız subayıdır. Başarılarını çekemeyen subaylar, O’nu Fransız Ordusu’nun sırlarını Almanya’ya satmakla suçlayan sahte belgeler düzenleyerek ihbar ederler. 1894 yılında orduya ihanet ettiği ileri sürülüp Askeri Mahkemede yargılanıp mahkûm edilir.  
Devrin ileri gelen Siyasetçi ve yazarları Clemenceau, Rousseau, Anatole France gibi kişiler Dreyfus’un suçsuzluğunu ileri sürünce aksi kanaatte olanlar yavaş yavaş nüfuzlarını kaybetti ve Dreyfus bu çabalar sonucu, sivil bir mahkemede yargılanma hakkını elde etti. İhbarcılardan Esterhazy Londra’ya kaçarken, Binbaşı H. J. Henry, 1898’de suçlu olduğunu itiraf ettiği bir mektup bırakarak intihar etti… Dreyfus’un çabaları sonuçsuz kalmadı. 1906’da suçsuz olduğu ilan edildi.
“Penguenler Adası”ındaki “Pyotr” karakteri Dreyfus’tur: “Pyotr adında bir Yahudi ülkesine hizmet etmeye karar verip Penguenistan ordusuna katılır. Zamanın Savaş Bakanı bu subayı hiç sevmez, ne zaman bir suçlu aransa Bakan “bunu Pyotr yapmıştır” der. Süvariler için alınmış 80 bin balya saman kaybolunca bakan hemen haykırır: “Onları Pyotr çalmıştır, bu düpedüz vatan hainliğidir.” 
Genelkurmay Başkanı General de hemen atılır: “Bu kesin, geriye bunu kanıtlamak kalıyor.” 
Fakat bu iş kolay değildir. General Bakan’a “bu işi inceledim, Pyotr’a karşı hiçbir delil yok.” Bakan: Buluruz efendim, adalet bunu istiyor, derhal Pyotr’u tutuklayın.”
“İnsanlar Pyotr’un suçluluğunda kuşku duymadılar çünkü buna inanmak istiyorlardı. Halk inanmak istediği şeyi doğru bulur. 
Piyotr hüküm giydiğine göre suçludur. Suçluyken mahkum edilmemişse, mahkum edildiği için suçludur, ikisi de aynı kapıya çıkar!”
Pyotr mahkum edilmiştir ama başta Bakan ve General, kimse rahat değil. Hiç kanıt olmadan mahkum edilse de kanıt eksikliğini gidermek için binayı göçertecek kadar klasörlerle, balyalarla kanıt toplanır. (Bu türden yargılamaların en güncel versiyonlarına bizzat sanık, tanık, katılan olarak şahitlik ediyoruz).
Kitabın yayıncısı, genellikle Batı ve Rus klasiklerini yayınlayan “Adonis” Yayınevidir (2014, İstanbul). Ancak yayınevinin cezaevinde okuduğum birkaç yayınında resmen “katliam” yapılmış. Tam bir fecaat… Okuduğum 4-5 kitabın hiç birinde tercüme edenin adı geçmiyordu (Sadece yayın yönetmeni ve editörün isimleri bulunmaktaydı). 
Büyük ihtimalle piyasadaki kitaplardan “tara, kopyala, yapıştır” misali oluşturulmuş. Ama herhalde birebir kopya olduğu anlaşılmasın diye, bölümler, paragraflar, dipnotlar iç içe geç(iril)miş. Kitapta Latince deyimler veya kavramlar için onlarca dipnot verilmesine rağmen, hiçbirinde sayfa altında veya bölüm sonunda açıklama verilmemiş. Kitabın Türkçe bir nüshadan oluşturulduğu o kadar belli ki “skandal” derecesinde “çeviri” yapılmış, Öztürkçe “gayretkeşliği” tırajediye dönüşmüş! Örneğin 6. kitap 7. bölümden ilk cümle:
“Alca’da bir öfke ve nefret fırtınası YAPITKEN”?!
 “Öfke ve nefret fırtınası YAPITKEN” ne demek?!
Biraz düşününce hemen anladım: Mütercimin (veya yayın yönetmeninin, editörün) “eser” kelimesine alerjisi olmalı ki “eser” kelimesini “yapıt” olarak değiştirmiş. Olabilir… Ama buradaki “eser”, insanın yazdığı, ürettiği, yaptığı “eser” değil ki… Cümleden apaçık anlaşıldığı gibi “fırtına”dır “rüzgar”dır esen…
Öfke ve nefret fırtınası “eser”, yağmur yağar, ateş yakar, su boğar… Ama asla ve asla öfke ve nefret fırtınası “yapıtken” olabilemez! Kafası “esrik” mütercimi (veya yayın yönetmenini, editörü), “eser” kelimesi kontrpiyede bırakmış. Bu hata bir insana ayıp olarak bir ömür yeter…

Bu durum bana Orhan Şaik Gökyay‘ın “Destursuz Bağa Girenler” kitabında (Dergah Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 1982, İstanbul) yer verdiği bir olayı hatırlattı: “Pir-i fani”yi “pire” zanneden hukuk Profesörünü…
“Bu Vatan Kimin?” Şiiri ile de ünlenen Orhan Şaik Gökyay “Bir Fetva da Benden” başlıklı yazısında (s. 262-266) bir hukuk profesörünün, Kanuni dönemi Şeyhülislamı Ebu Suud Efendi’nin bir fetvasında geçen “Pir-i fani”yi “pire” zannederek, kadının “pire” ile evlendirildiği iddiası üzerinden İslamiyeti kötüleyen hukuk profesörü İlhan Arsel’i gözüne far tutulmuş tavşan gibi avlayıvermiştir.
[İlhan Arsel: Akademisyen, yazar, araştırmacı ve senatör (1920-2010). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi  mezunu olup, Cenevre’de doktora yapan, nihayette profesör olup otuz yıldan fazla üniversitede dersler veren, 27 Mayıs Darbesi’nin ardından yeni anayasa tasarısı hazırlamakla görevli on kişilik İstanbul Komisyonu’na, daha sonra da Kurucu Meclis Öntasarısı’nı oluşturan beş kişilik komisyona üye seçilen, “Şeriat ve Kadın, Şeriat’tan Kıssa’lar, Şeriat Devletinden Laik Cumhuriyete” gibi kitapların yazarıdır. “Aydınlanma savaşçısı” olarak tanıtılan, ironik olarak  “Cehaletin İktidarı” isimli kitabı da bulunan İlhan Arsel’i, Üstat Orhan Şaik Gökyay öyle bir eline (diline, keskin kalemine) dolar ki… Allah kimseyi böyle rüsvay etmesin!]

Biz “Penguenler Adası”ına geri dönelim: Bir sonraki sayfada, Pyotr taraftarları romandaki iki karakterden söz ettikten sonra (ki bunlardan birisi “Eugene Bidault-Coquil” isimli bilim adamıdır, diğeri ise “Maniflore” isimli kadındır) “Pyotr karşıtlarının bu 𝙖𝙙𝙖𝙢lara bir gülümsemeyi bile çok gördükleri” anlatılır. Oysa açıkça bellidir ki bu iki karakterin biri erkek, diğeri kadındır. Dolayısıyla “bu kişilere, bu insanlara, bunlara” denilmesi gerekirken, cinsiyetler karıştırılmış, mantık hatası yapılmıştır. 
Onlarca yerde geçtiği halde “Tansık” kelimesini tam olarak anlayamadım: Ne demek “Teknenin tansık olması”, “tansıklı bir ayağa insan yapısı ayakkabı giydirmek”?
(Ekşi Sözlükte tansık: “1. özlem, hasret. 2. değerli, kıymetli. 3. tatlı, nefis” olarak verilmiş. Nişanyan Sözlük’te: “Eski Türkçe taŋsuk “acayip şey, harika, nefis” sözcüğünden evrildiği” açıklaması mevcuttur. www.etimolojiturkce.com’da: M.Ö 4. y.yıla ait Çince bir metinde zikredildiği, kayda geçen en eski Türkçe sözcüklerden biri ve başka bir dilden alıntı ihtimalinin güçlü olduğu” belirtilmiştir.)

“Duyumsamak” kelimesi “hissetmek” yerine kullanılsa da kulak tırmalıyor.
 Ayrıca “uğraşdaşların kıskançlığı”, “düzeltim hazırlığı”, “devlet arttırmaları ile zenginleşmek” çok “yapay” ifadeler…  Arttırım (müzayede) ihale usullerinden  biridir, bir de en düşük teklifin arandığı “eksiltme usulü” vardır. Dolayısıyla ihale eşittir “arttırım” değildir her zaman. “Evlilik çağrılıkları” nedir? Düğün davetiyesi mi? 
 Velhasıl “Penguenler Adası” güzel bir “eser” iken, “çevirici” (veya yayın yönetmeni, editörü) tarafından “𝙮a𝙥ı𝙩𝙠𝙚𝙣” 𝙮𝙖𝙥ıl𝙢ı𝙨̧!

Günümüzde “Destursuz Bağa Girenler” nadirattan değil, adiyattan olmuş; hatta bu işi geçim vasıtası olarak meslek edinenler anlamında “itiyad” edinenler bile var!.. (TCK’nın “Tanımlar” başlıklı 6/5-h madde ve bendinde “İtiyadi suçlu” deyimi şu şekilde tanımlanmıştır: Kasıtlı bir suçun temel şeklini ya da daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerini bir yıl içinde ve farklı zamanlarda ikiden fazla işleyen kişi”

Hukuk Fakültesi öğrencisi iken aldığım kitabın iç kapağına yazdığım dörtlük bu vesile ile gün yüzüne çıksın:

Destursuz girme bağa, 

Düşersin bir gün ağa. 

Bu meydan boş değil ki

 Sol tenhaysa bak sağ’a. Kalın sağlıcakla…

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir