Elazığ Hâkim adayları olarak stajımız bittiğinden Ankara’ya gidip kur’a çekecektik. Bu sırada Kiğı C. savcısı Melih Bey de Elazığ’da yetkili olarak çalışıyordu. Odasında oturup konuşuyorken şaka yollu takıldı: “Hadi bakalım, kur’ayı Kiğı’ya çek de gel.” İnanılır gibi değil ama gerçekten de kur’ayı Kiğı’ya çektim.
Kiğı’lılar aydın ve çağdaş insanlardı. Okuma yazma oranı yüksek, dışa açık; büyük çoğunluğunun İstanbul hatta yurtdışıyla irtibatı vardı. Adli olaylarda şikâyete gelmeye çekinmedikleri gibi çok ilginç konularda müracaatları da olmuştu.
İlk başlarda adliye bulunmayan, terörle mücadele adına ilçe yapılan fakat gerçekte birer köy olan Yedisu, Yayladere ve Adaklı ilçeleri de adli yönden Kiğı’ya bağlı idi. Böylece Kiğı’nın yedi ilçesinden dördü bizim sorumluluk alanında kalıyordu. Bu ilçeler terörün en yoğun olduğu, Tunceli kırsalına yakın, terör örgütünün Güneydoğu’dan Doğu’ya (Diyarbakır, Bingöl, Tunceli, Erzincan) ve buradan da Orta Anadolu’ya (Sivas, Tokat) geçiş güzergâhı üzerinde bulunmaktaydı.
Aynı dönemde Kiğı’ya kur’a çekerek birlikte görev yaptığımız Hakim Hanım ile oturuyorken ziyaretimize İlçe Emniyet Amiri geldi. Hoş beşten sonra sorduk:
-“Cuma Bey, çember daralıyor, tedarikli (hazırlıklı) misiniz?”
– “Hiç endişe etmeyin efendim, kuş olsalar indiririz…”
Sonra ne mi oldu? Buyurun, birlikte okuyalım. (Bu yazı ilk olarak HUKAB Dergisinin Nisan-Haziran 2013 tarihli 5. sayısında yayınlanmıştır.)